20 Ağustos 2011 Cumartesi

Yurdum Genci Gurbet Ele Gelince

bugün dünyanın en büyük üniversitelerinden birindeydim. (tamamen turistlik amaçlı) Dönem açılıyor malum, öğrenciler kampüsü ve içerisindeki bin bir çeşit mağazayı doldurmuşlardı.İkinci el kıyafet satan harika bir dükkan buldum. Bir yandan mağazayı dolaşıp bir yandan Türkiye'de ikinci el işinin neden tutmadığı üzerine düşünürken tam, bir ses takıldı kulağıma "aa buna baksana" diye.. Ah ne güzel, bak sen şu Türk gençlerine; böyle güzel bir üniversitede okuyorlar herhalde diye düşünürken devamında duyduğum Türkçenin kalitesine inanamadım.. kız yanındaki adama güneş gözlüklerinden birini gösterirken "aayyy bu çok kaşar bişey yaaa" diye hayıflandı.. yanındaki adam da aynı şekilde "evet çok kaşarmış gerçekten yaaa" diyerek onu onayladı.Gözlüğe baktım, bildiğin gözlük.. gençlere baktım bildiğin eli yüzü düzgün genç.. ortama baktım.. daha iyisi olamaz.. belki de dünyada gelebilecekleri en iyi yerdeler.. ama o türkçe.. ama seçtikleri o kelimeler..o kelime sonları ayy yoowww waayy şeklinde uzatmalar.. ah sevgili türk genci.. ahh...

geçen hafta tanıştığım, üzerinde devasa bir amerikan bayrağı taşıyan o tshirtü giyerek sokaklarda gururla salınan sevgili odtülü.. seni de henüz hafızamdan silebilmiş değilim..

sevgiler..

18 Ağustos 2011 Perşembe

hay bin kunduz

bir insana ne demek istediğini açıklamaya çalışıyorsan o insan senin sevgilin olamaz ya. karşındaki seni anlamıyorsa, nasıl sevebilir? senin derdini, sıkıntını tek tek tane tane açıklaman gerekicekse o zaman o insanın sokaktan geçen adamdan ne farkı var. çevir yoldan birini anlat, o da dinlesin..

ilişkiler zaten kurumsallaşmış. her şey organize, planlı.. adım adım.. evlenilecekse, adım adım yapılacak. iş, ev, aileyle tanışma, nişan, düğün.. midemi bulandırıyor her şey. ya ben neden sevdiğim insanla el ele nikah dairesine gidip iki imza atıp dönemiyorum ya. ha bu kısmı bile aşırı saçma zaten de, hadi lanet olsun; o kadarıyla savaşacak gücüm yok.. neden bu kadar çirkin, korkutucu geliyor insanlara bu tür bir beraberlik. bana asıl bu aşk gibi geliyor.. bu sadelik, bu niyette açıklık, bu işte..iki insan birlikte yaşamak isteyecek kadar mutlular.. gidip evlenip birlikte yaşamaya başlıyorlar.. tekrar ediyorum, evlenip kısmı da iğrenç aslında ama onu değiştirmeye benim ne gücüm, ne ömrüm yeter. ama insiyatif kullanıp en azından bu kadarını istediğim gibi yapabileceğim bir hayatım olsun isterdim..

çok şey mi istiyorum acaba..
çok değil elbet ama işte, hatırlamak lazım ki;

"AZ DAHA FAZLADIR"

cidden daha fazla..


Kendimden de sıkıldım sanki..







17 Ağustos 2011 Çarşamba

Meditasyon Tecrübem

Yabancı ülkenin birindeyim.. Oldukça uzakta.. Buraya gelme sebebimle tamamen alakasız olmakla birlikte bir aylığına da olsa meditasyon kursuna başladım.. Önceleri düşününce beni boğan, kendimi asla bir parçası olarak göremediğim bu "haftada 3 gün 1,5 saat hareketsiz kalma etkinliği" yaşamıma girdiğini anda bambaşka bir boyut kazandı gözümde..

Hayatta yapmakta en çok zorlandığım şey bir şey yapmadan oturmaktır desem abartmış olmam sanırım. Dolayısıyla meditasyonun benim gibi bir bünyeyi ne kadar zorlayacağı aşikar. Hoca kursa başladığım gün meditasyonla ilgili ne bildiğimi sorduğunda "I just know that I shouldn't move" gibi bişey diyiverdim ve tüm sınıf bol bol güldü sayemde. Öyle de bir odunum işte, bilmiyorum napıyım.. Neyse bu kursa bu akşam 4. kez katıldım.  Huzur veren bir çınnnnn sesiyle başlıyor her şey. Söyleyince güldüler ama kıpırdamak grçekten ayıp karşılanıyor.. herkes ayrı bi alemde oluyor çünkü o nefes alıp verişler sırasında, insanların dikkatini dağıtmamak gerekiyor. Sizden beklenen şey, ya da bu ifade biraz yanlış aslında, zira kimsenin sizden bişey beklediği falan yok,  size iyi gelecek olan şey diyelim.. sadece ve sadece bedeninize odaklanmak.. bu sizi var olduğunuz zamandan, günlük telaşlarınızdan, önemsediğiniz yüzlerce beş para etmez detaydan uzaklaştıran kısa süreli bir şeyahat gibi. Göbek deliğinizin olduğu bölgeye odaklanmanız en doğrusu. Zaten çakralardan falan da bahsediyorlar da ben o derece detay tutamadım daha aklımda. tek bildiğim bahsettiğim vücudumuzun bu bölümünün doğumu temsil eden, varoluşla doğrudan ilişkili olan bir bölge olduğu. Aklımızı devredışı bırakmaya çabalıyoruz bu deneyim sırasında.. Çünkü diyor hocam "akıl bedenin kölesidir" Aslında bedenimiz herşeye hakim olandır ve olması gereken de budur. Akıl dünyevi işlerle ilgilenir, ölümlülüğümüzü bize unutturur, bizi doğadan koparır.. Akıl insanı saptırır. Oysa insan da tıpkı büyüyen serpilen olgunlaşan ve sonra da ölen bir çiçek gibidir. İnsan varoluşunu bu sadelikte kabullenebilmiş olsaydı onu hasta eden hırslarından çok daha uzakta ve kendiyle çok daha barışık bir ömür sürebilirdi.. Bunları ben söylüyorum hoca değil:)

Hak vermemek elde değil..Peşinde olduğumuz, zihnimizi yorduğumuz kaç şey bize "yarın öleceksin" deseler anlamlı kalabilir, düşünsenize.. Çok azı sanırım öyle değil mi?

Velhasıl, meditasyon böyle başlıyor işte.. odaklanma sağladıktan sonra hocanızın yönlendirmesiyle sabit bir pozisyon alacaksınız.bunlar için internetten de fotoğraflar bulunabilir elbet, önemli bişey değil. Duruşunuz dik olsun, rahatlıkla kıpırdamadan durabileceğiniz sabitlikte olun yeter. Sonrasında nefesimize odaklanmaya başlıyoruz. Varoluşun anlamı olan, herşeyin başlangıcı olan nefese.. Aklımızı herşeyden uzaklaştırıp bir kenara kaldırırken önem verdiğimiz tek şey normalde farkında olmadan yaşayıp gittiğimiz nefese dönüşüyor. Diyaframdan nefes alıyoruz. Nefes alırken karnımız şişiyor verirkense boşalıyor. Her nefes verişimizde içimizden sayıyoruz.. bir .... iki....  öyle de bitiyor zaten.. yeniden başlamak zorunda kalıyorsunuz.. çünkü meditasyona yeni başlayan bir zihnin ikiden fazla sayabilmesi neredeyse imkansız. Denediğinizde göreceksiniz ki zihniniz birşey düşünmeden duramıyor ve "aklınıza" anında alakalı alakasız birşeyler geliveriyor..Bu durumda sıfırlamak zorunda kalıyorsunuz kendinizi.. Çünkü daha önce dediğim gibi meditasyon sırasında aklınız olmamalı devrede..tekrar başlıyorsunuz.. tamamen odaklanmaya çalışıyorsunuz.. bir daha.. bir.. iki... ve son.. Ben açıkçası 3ü geçebileceğimi sanmıyorum. Zaten son rakam 10. Ama 10a ulaşabilen kişi sayısı sınırlı.. hem de çok..

Umarım sizler de bu deneyimi yaşar, hatta belki de benden daha disiplinli olanlarınız bunu yaşam biçimi haline getirirsiniz. Faydaları saymakla bitmeyen olağanüstü bir tecrübe bu.. İnsana unuttuğu çok şeyi hatırlatıyor.. Denemeyi düşünenlere kesinlikle tavsiye ederim.

Sevgiler.

En çok, hayatın bir şeyi sabırla bekleyecek kadar uzun olduğuna inanabilenlere imreniyorum..


Nasıl durdurur insan zihnini?

Sakinleşmek için ne gerekir?
İnanmak için..
Kendini bırakmak için..

Bir şeyi sabırla beklemek gerçekten de o şeyi ne kadar çok istediğimizi mi gösterir her zaman? 
Yoksa başka seçeneğimizin olmadığını mı? 
Yoksa başka bir şeyi başlatacak enerjimizin olmadığını mı?

Bekleyemeyen midir daha az isteyen?

Yoksa bekleyemeyen midir olmasını o kadar çok isteyen ki olmamasına dayanamayıp terk eden?


Hayatımız "uzun minnet, lezzetsizlik, renksizlik ve keder devrelerinin aralarına serpiştirilmiş" kısa saadet dakikaları" ise eğer..ya da bir kaç başka yazardan daha bu alıntıdakine çok benzer şekilde (!!!) okuduğum o şey ise işte..o her ne ise işte.. ve o kısa aralıklarda bile yalnızsanız.. yani hayatın uzun, rezil, insanı boğan rutinlerinin arasında yakalamanız beklenen o görece güzel zamanlardan bile yoksunsanız.. belki de doğru yerdesinizdir..

belki de değilsinizdir.. bu sayfa sizin için hiç bir şeydir.. belki de boş gözlerle duvara bakarak geçireceğiniz zaman bile bu bloğu okumaktan daha keyfili olur sizin için.. bunun garantisini veremem.. çünkü nerde olduğunu bilmeyen biri için en zor şeydir söz vermek..kendini tanımayan biri için en tehlikeli şeydir belki de ne yapacağından ya da yapmayacağından bahsetmek..

yazmak beni bir yere götürsün isterim.. umut ederim.. en çok da korkarak ederim umut.. çünkü beni yarı yolda bırakması fikrine katlanamam.. belki de sırf bu yüzden vazgeçerim ondan..daha önce de yüzlerce kez yaptığım gibi.. hayatta en çok yaptığım şey bir şeyin olmasını bekleyememek sebebiyle onu terk etmektir.. bu yüzden hayatım hep yarım, günlerim hep telaşlıdır..işte bunu söyleyebilirim..hayatta peşinden koştuğum şeyleri.. onları yakaladığım anda durup, hızlarına ayak uyduracak kadar yavaşlayamadığım için geride bırakmış biriyim..onları yakalayıp, terketmiş.. bu yüzden yalnız ve yine de göre göre, bile bile hala yürüyen..

nereye yetiştiğini bilmeyen.. yine de telaşlı biri..

26 Şubat 2011 Cumartesi

Cadı Avcıları

Ne olmadığımı bildim hep. Örneğin, güzel olup olmadığımı bilmiyorum ama çirkin olmadığımı biliyorum.. iyi olup olmadığımı bilmiyorum ama kötü olmadığımı biliyorum.. başarılı olup olmadığımı bilmiyorum ama şuana dek başarısız olmadığımı görebiliyorum.. kendime bir önem atfetmekten korkuyorum, kendimle ilgili düşünmekten hoşlanmıyorum..ta ki bir densiz, kendini bilmez, kerametini nerden aldığı belirsiz, içi boş olduğu için sürekli kulağı delen gürültüler çıkaran,boş laf dışında hiç bişey üretemeyen, kaba saba bir aptal karşıma gelip de sen şusun, sen busun diye bağırma cürretini gösterene kadar..

kendiyle ilgili yargıya varmaktan kaçınan karakterim bu saldırı anlarında öyle çok kırılıyor ki silahlarını kuşanıveriyor, saldırıya geçiyor.. oysa dünyanın en anlamsız şeyi değil midir bizim özgürlüklerimizi kısıtlamadığı sürece insanların davranışları hakkında kararlar vermek, dünyanın en hain şeyi değil midir bu dünyaya pamuk ipliğiyle bağlı, ruhu sarsıntılarla dolu bir insana varoluşunun anlamsız olduğunu haykırmak.. ona, varoluşuna, fikriyatına saygı duymamak.. ve nedense bunu sürekli söylemek zorunda hissetmek..

 bu insanlar genelde kendi zayıflıklarını görmezden gelen, açıp iki satır bir şey düşünmemenin verdiği boşluktan dolayı kendi zihninde kocaman boşluklar yaratan ve o boşluğun içinde hiç bir şey düşünmemekten kaynaklanan sahte mutluluğun aslında doğadaki herhangi bir hayvandan daha farksız olmadığı göremeyen kişiler bana göre. Bir de boşluk fazla olunca kendi acizlikleri yetmezmiş gibi başkalarının da onlar gibi aciz olmasını dilerler. Onlar gibi düşünmeyen, onlar gibi huzurlu oturamayan, onlar kadar rahat uyuyamayan ya da kendilerini onlar kadar rahat hissedemeyen diğer kişilere; rahatsız, deli, huzursuz vb yaftalar yapıştırırlar. Bunu yapmazlarsa kendi varoluşları anlamsızlaşacaktır çünkü. Çünkü bunu yapmasalar kendileri de aramak zorunda kalacaktır bu insanların aradığı şeyi,. Ve bu zor gelir çoğuna, onları yermek, kendilerini övmek en kolayıdır..Ve yaparlar.. var güçleriyle saldırırlar size.. canınızı acıtırlar.. ve dönüp giderken arkalarına bile bakmazlar.. normal bir dünya onlara kucak açmıştır bile çünkü.. onlar hiç zorlanmazlar, tutunmakta, kabul görmekte, kendini ait hissetmekte, çünkü nereye baksalar çevreleri zaten onlar gibidir.. o kadar çoklardır ki siz zaten kaybolup gidersiniz o güruhun içinde. Esameniz okunmaz.. size sadece çok yazıktır, insanlar arasında size değer verenler varsa muhakkak size acıdıklarındandır, bir başarıya imza attıysanız sadece şanslısınızdır ya da bunca şeye rağmen hala hayattaysanız bu diğer normal insanların sayesindedir..

düzen onların düzeni, yol onların yolu.. sizler misafirsiniz, onlar ev sahibi..siz azınlıksınız, onlar çoğunluk.. siz fahişesiniz, onlar ahlak abidesi, siz denersiniz, onlar yaşar, siz şüphe edersiniz, onlar emin olurlar, siz kalabalık içerisinde bazen ahlaksız gibi görünür, tek başınıza vicdanınızı sorgularsınız, onlar kabalık içinde ahlaklı görünür, tek başlarınayken karanlık odalarda en iğrenç şeyleri yaparlar, siz açık oynarsınız, onlar sinsidirler..siz seversiniz, onlar da sever ama bunu lütfeder gibi yaparlar.. sizin iniş çıkışlarınızı, sizin hayatı sorgulamanızı ya da sizin bazı şeyleri onlar gibi görememenizi yadırgarlar.. sizi dışlarlar.. sizi diğerlerinden farklı kılan her neyse direkt o noktayı saptar ve saldırıya geçerler.. canınızı acıtıp sizi vazgeçirmek isterler.. onlar gibi olmaya davet ederler.. olduğunuzu sandıklarında “hah akıllandın” derler.. sizi delip geçerler.. her seferinde sadece sizi öldürmektir tek dertleri.. sizi saflığınızla, içinizdeki yaşamı anlama coşkusuyla, tutkularınızla, takıntılarınızla sevemezler.. sizi yapayalnız bırakır giderler.. kendi karanlıklarına çekemedikleri bedeninizi ateşlere atarlar.. cadı avcıları gibidir onlar.. sizi hedef gösterirler.. kendileri yetmezmiş gibi diğerleri de ne kadar kötü olduğunuza, hasta olduğunuza inansın isterler.. çalışan bir zihnin sorgulamaktan ya da iyiyle kötüyü deneyimlemekten, ya da yalnızlığa katlanamamaktan meydana gelen hasarlarını herkes delilik olarak adlandırsın  isterler.. etsinler ki evlerinde huzurla oturabilsinler, etsinler ki sizi kaybetmenin ya da mahfetmenin vicdan azabından kaçabilsinler, etsinler ki bir daha sizin gibi kaç insan tanıyıp tanımayacakları belirsiz olan bu kişiler hepsi birbirine benzeyen dost ve sevgilileri ile olmaktan bir an olsun pişman olmasınlar.. siz ölün ki onlar yaşasınlar.. siz mutsuz kalın ki onlar mutlu olsunlar.. siz yanın ki onlar ateşinizle ısınsın.. tertemiz, cadısız dünyalarında, karanlık odalarında günaha batsınlar.. ve bu kirliliği açık edecek tek kişi olmasın etraflarında..